Sessizliğin Sesi

  • 13 Eylül 2019

İnsanoğlu doğduğundan itibaren muhtaç ve aciz… Hayatın doğal akışı içerisinde yaşamını sürdürebilmesinin yegane güvencesi yetişkinler… Ya güvendiği dağlara kar yağarsa?

Çocuk dünyayı anlamlandırmaya çalışırken, büyüklerden gelen her davranışın ve her sözün doğru olduğuna inanır. Bu inanç, gerçekte çok az olan yaşam tecrübesi ve yaşadıklarını dile getirmekteki yetersizliği ile birleşince, istismar edildiğini anlaması ve anlatması bir o kadar daha zorlaşır.

Tartışmasız çocuklar, istismar sonrasında kelimelere dökülmek için fazlasıyla korkunç olan sırların kılık değiştirmiş dili ile bizlerle konuşur. Yetişkinler olarak bu dili anlamaktan sorumluyuz. Peki ama nasıl?

İstismara uğrayan çocuğu bir yetişkin olarak tanımanın bir kaç noktada zor olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bunlardan birisi çocuğun yaşı… İstismara uğrayan çocuğun yaş gurubu küçüldükçe ifade edici dilin yetersiz kalması bir zorluk oluştururken, yaş grubu büyüdükçe maruz kaldığı durumdan duyduğu utanç ve diğer büyükler tarafından suçlanma ve yargılanma korkusu istismara uğradığını paylaşmasını zorlaştırır.

Çocuklar, sözcük öğrenmenin en yavaş olduğu, bir yaştan itibaren, dili öğrenme kaynaklarının inanılmaz arttığı altı yaşa kadar yaklaşık onbeş bin civarında kelime ile dili konuşmaya çalışırlar. Her ne kadar bu sözcükler, günlük dili anlatmaya yetse de, istismar olayı ile karşılaşan çocuğun, ilk defa deneyimlediği bu durumu doğru sözcüklerle anlatma ihtimali zayıftır.

İstismarın anlaşılmasında başka bir sıkıntılı konu, çocuğun anlattıklarının gerçek mi yoksa çocuklara özgü hayal dünyasının ürünü mü olduğunu anlamaktır. Eğer çocuk, yaşına ilerisinde bir bilgi ile olayı anlatıyorsa, olay anına ait gerçek yaşamın içerisinde detaylara değiniyorsa, önceki neşe ve enerjisinde farklılıklar varsa, yalnız kalma isteği, bedenine iyi niyetli (hekimin muayene amaçlı dokunuşu vb.) dokunulmasına bile abartılı tepki veriyorsa bu durumda sözcüklere dökülmemiş bir anlatımdan bahsetmek mümkün olabilir.

Madalyonun diğer yüzünde, gerçekleri, olan biteni, başına gelenleri anlatabilen bir çocuğa yetişkinlerin önyargılı davranarak inanmamasıdır. Küçük çocukların hayal dünyasının geniş olduğu, gerçek ile hayal ürünü olanı birbirine karıştırdığı ve kolayca yalan söyleyebileceği ile ilgili önyargılar, çocuğa bir yetişkinin inanmasını zorlaştırır. Bu nedenle, ebeveynler, çocukları ile empati kurarak, beden dillerini doğru okuyarak, çocuklarının ruhsal değişimlerini doğru değerlendirerek “sessizliğin sesini” duyabilirler.

Öğr. Gör. Ümit ERTEM
Bağımlılık ve Adli Bilimler Enstitüsü
Adli Hemşirelik / Ebelik
Program Başkanı